29 Aralık 2009 Salı

Zeytinyağının bir faydası daha:)

Herkese merhaba,
Bugün öğlen dişçim Kamil Abi'ye gidip yıllık kontrolümü yaptırdım. Kendisi bana dişlerimin çok sağlıklı olduğunu söyledi...Bunda zararlı alışkanlıklarımı bırakmamın da etkisi vardı ancak ona yaklaşık 8 aydır düzenli olarak zeytinyağı tattığımı söylediğim zaman o da bana hak verdi. Zeytinyağının meziyetlerinden biri de iyi bir temizleyici olması;) Dolayısıyla ağız bakımıma da yardımcı oldu:) Yani zeytinyağı sadece kalp, damar hastalıklarına iyi gelmiyor; ayrıca diş ve ağız sağlığınız için de son derece faydalı bir gıda! Herkese tavsiye ederim. Ben şahsen tadımcılığımı geliştirmek adına hemen hemen her gün zeytinyağı tadıyorum, sizlere de öneririm. Hem duyularınız gelişir hem de ağız sağlığınızı korursunuz:)
Herkesin yeni yılını en içten dileklerimle kutlar ve sağlık, mutluluk, barış ve zeytinyağı dolu bir yıl dilerim....
Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum...

3 Aralık 2009 Perşembe

Geçmiş Kurban Bayramı'ndan izlenimler...

Herkese merhaba,
Uzun bir aradan sonra yine yazıyorum...Bu sefer konu; geçtiğimiz bayramda katıldığım turda insanlarla yaptığım konuşmalar sonucunda edindiğim izlenimler...
Her zamanki gibi muzurluğumla ne yapıp edip, bayramın son günü 46 kişilik tur otobüsünde zeytinyağı konusunu açtım:) Çine'de mola vermiştik ve ben de Çine'den geçerken ağaç varlığının kimilerine göre 6 kimilerine göre 10 milyon olduğunu(her iki durumda da önemli bir miktar!!!) söylemeden, Aydın ilinin Türkiye'nin en çok zeytin ağacına sahip il olduğunu belirtmeden edemedim:) Sonuçta Aydın benim gibi bir zeytinyağı kraliçesi için önemli bir şehir!...
Neyse ben biraz tadımdan biraz zeytinyağından bahsettim. Hatta tadımda kusurlardan bahsederken özellikle sirke hatasında insanların yüzündeki o şaşkın ifade görülmeye değerdi...Sirke ve zeytinyağı kavramları bir arada çok garipsendi ama bunun laktik asit fermentasyonundan kaynaklandığını anlatmaya çalıştım...Umarım etkili olmuştur...
Yine her zamanki gibi hangi marka ve yağı önerirsiniz soruları geldi...Ben de elimden geldiğince objektif davranmaya çalıştım. Butik yağların haute couture gibi, diğer büyük markaların ise konfeksiyon gibi olduğunu söyleyerek olaya genel bir bakış açısı getirmeye çalıştım...
Sonuç itibariyle keyifli bir bayram tatili geçirdim...Eminim sizlerin de bayramı en az benimki kadar keyifli geçmiştir.
Hepinizi sevgi ve saygıyla kucaklıyorum...

15 Ekim 2009 Perşembe

Ey Türk zeytinyağı tüketicisi!!!

Ey Türk zeytinyağı tüketicisi!...
Birinci vazifen, Türk zeytin ve zeytinyağı sektörünü ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur! Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahili ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklali ve zeytinyağı sektörünü müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak ve Türk zeytinyağını korumak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkan ve şeraitini düşünmeyeceksin!
Ey Türk zeytinyağı tüketicisi! İşte bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve zeytinyağı sektörünü kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!...

Not: Ulu önder Atatürk'ü saygıyla anıyorum. Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum...

13 Ekim 2009 Salı

Bir tadım kursunun ardından...

Aylar sonra tekrar merhaba...
Ne yazık ki sağlık sorunlarım yüzünden blogumla yeterince ilgilenemedim. Ancak bu sürede boş durmayıp zeytinyağı tadımı konusunda araştırmalara devam ettim. Bir de Ekim'in ilk haftası üç italyan tadım uzmanıyla Çine'de düzenlenen kurslarda çevirmen olarak aktif görev aldım.
Bu sayede tadımın abcsini öğrendiğimine inanıyorum. Çünkü aynı bilgileri neredeyse 3 kere tekrar ettim:)
Ve biz Türklere dair birkaç gözlemimi paylaşmadan edemeyeceğim...
Öncelikle sabırsızız...Hocalar daha konuya giriş yaparken birkaç slayt sonraki konular hakkında fikir yürütmeye veya sorular sormaya başlıyoruz...Önce dinleyip sonra soru sorma konusunda hala kendimizi geliştirmemiz gerek.
İkinci bir husus, adeta balık hafızası olmamız...Öyle durumlarda kaldık ki inanılmaz! Dikkatimizi verip etkin dinlemediğimiz ve not tutmadığımız için, öğrendiklerimiz adeta uçup gidiyor...Bu da çok zaman kaybettiriyor.
Üçüncüsü, konuşmayı çok seviyoruz. Resmen biri bize söz hakkı verse de saatlerce konuşsak diye adeta yanıp tutuşuyoruz...İçimizde müthiş bir doluluk var ve her fırsatta bunu belli ediyoruz. Sanki susmaktan fenalık geçirmiş ve her anı değerlendirmeye çalışıyor gibi bir halimiz var...
Dördüncüsü, başladığımız birşeyin devamını getirmiyoruz...Örneğin soru soranlarda çok dikkatimi çekti.Soruyu sorduktan sonra kişi arkasındaki veya yandakiyle soruyu tartışmaya başlıyor. Eğer sorunun cevabını biliyorsak veya bizim için cevabı önemli değilse neden boşu boşuna insanların zamanını alıyoruz?!!!Bir soru sorulduysa, sabırla cevabını dinleyip kafamızdaki tüm soru işaretlerini silmeye, eğer silinmediyse uygun bir zamanda uzman kişiyle tartışmaya çalışabiliriz. Bu o kadar da zor değil!!!
Beşinci ve sonuncu gözlemim, odaklanma sorunumuz! Adeta millet olarak çene hiperaktivitesi içindeyiz!!! Hocalarımız tadım yaparken en önemli şeyin odaklanma olduğunu belki onlarca kez söylediler...Tadım çalışması yaparken bir de ne göreyim?! Herkes daha yağın ağzında tadı yerleşmeden yorumlara başlıyor!!!
Biraz acı bir üslupta yazıyorum ama artık kendimize çeki düzen vermenin zamanı geldi de geçiyor...
Sadece olumsuzluklar olmadı tabiki...
Çok başarılı kursiyerler ve çok başarılı tadımlar da gerçekleştirdik. Üst limit 34 hata iken, sadece 6 hata ile bitiren kursiyerlerimiz oldu. Bunlar müthiş gururlandırdı bizi. Ya da oluşturmaya çalıştığımız tadım panelinde, arkadaşlarımızla ne kadar uyumlu olduğumuzu ve sonuçlarımızın ne kadar tutarlı olduğunu gördük! Bu gelişmeler elbette göğsümüzü kabarttı...
Ancak gerçek şu ki, daha alacak çok yolumuz var...Ve ben de zeytinyağı kraliçeniz olarak bu yolda elimden gelen herşeyi yapmaya hazırım:)
Hepinizi sevgi ve saygıyla kucaklıyorum!

4 Ağustos 2009 Salı

Tadımın üçüncü şartı!

Tadım konusunda önemli bir konu da renktir. Genel anlamda zeytinyağı tadımında renk, yanıltıcı bir unsurdur. İnsanlarda görme duyusu diğer duyulara göre baskındır. Yapılan bilimsel araştırmalarda görülmüştür ki insanların renkler ve tatlar arasında kurduğu birtakım ilişkiler ve önyargılar bulunmaktadır. Örneğin çilek aromalı bir gıdanın renginin pembe olması beklenir, veya yeşil renkte bir çileğin ekşi tatta olduğu düşünülür. Oysaki gelişmiş teknolojiler sayesinde yeşil renkte bir çilek tatlı olabilir, veya pembe renk dışında bir renkteki gıdada çilek aroması ve tadı bulunabilir. Bunu zeytinyağına uyarlarsak, her yeşil renkli numune erken hasat olmak zorunda değildir veya her sarı renkli numunede oksidasyon mevcuttur gibi kesin yargılara varamayız...
Güzel Türkçemizde “Duyduğuna değil, gördüğüne inanmak” diye bir deyim vardır. Bilimsel olarak da insan sadece gözleriyle bir yargıya varma eğilimindedir. Bu nedenle tadımcıların yağın renginden etkilenmesi istenmez. O nedenle de lacivert, kahverengi veya mavi bardaklarda tadım yapılır.
İyi bir tadımcı bütün duyularını göz önünde tutarak, önceki yazılarda belirttiğim gibi nesnel, eğitimi ve deneyimleri doğrultusunda tadım yaptığı numune hakkında bir karara varmalıdır.
Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

30 Temmuz 2009 Perşembe

Tadımın ikinci şartı!

Merhaba. Yaz aylarının rehavetine kapılıp yazıları biraz askıya aldığımın farkındayım:) Bugün kaldığım yerden tadım konusuna devam edeceğim. Tadımın ikinci şartı, yaşam boyu eğitim...
Tadımcı zaten zeytinyağı tadımı konusunda eğitimlere katılmış kişidir. Ancak bilgi tekrarlanmaz ise nankör olabilir. Dolayısıyla sürekli olarak öğrenilen bilgiler tekrarlanmalı ve uygulamalar yapılmalıdır.
Tadımcılar arasında ortak bir dilin konuşulabilmesi için aynı terminolojiyi iyi bir şekilde öğrenmek gereklidir. Bu nedenle de tadım terimleri, tadımcı adayları tarafından özümsenmelidir.
Ayrıca mümkünse her gün veya haftada birkaç kere zeytinyağı tadımı yaparak tadımcı, tıpkı bir sporcu gibi kendini hazırlamalıdır.Nasıl ki sporcular antrenman yapmazlar ise performansları düşer, aynı durum tadımcılar için de geçerlidir.Bize eğitim veren italyan hocalarımızın da dediği gibi "tadımcı doğulmaz, olunur"!!!Bunun için de bol bol uygulama yapılmalıdır.
Herkesi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.İyi tatiller...

2 Haziran 2009 Salı

Anladım...

Bunca zaman bana anlatmaya çalıştığını,kendimi bulduğumda anladım.
Herkesin mutlu olmak için başka bir yolu varmış,
Kendi yolumu çizdiğimde anladım...
Bir tek yaşanarak öğrenilirmiş hayat,okuyarak,dinleyerek değil...
Bildiklerini bana neden anlatmadığını, anladım...
Yüreğinde aşk olmadan geçen hergün kayıpmış,
Aşk peşinden neden yalınayak koştuğunu anladım...
Acı doruğa ulaştığında gözyaşı gelmezmiş gözlerden,
Neden hiç ağlamadığını anladım...
Ağlayanı güldürebilmek,ağlayanla ağlamaktan daha değerliymiş,
Gözyaşımı kahkaya çevirdiğinde anladım...
Bir insanı herhangi biri kırabilir, ama bir tek en çok sevdiği acıtabilirmiş,
Çok acıttığında anladım...
Fakat,hakedermiş sevilen onun için dökülen her damla gözyaşını,
Gözyaşlarıyla birlikte sevinçler terkettiğinde anladım...
Yalan söylememek değil, gerçeği gizlememekmiş marifet,
Yüreğini elime koyduğunda anladım...
''Sana ihtiyacım var, gel ! ''diyebilmekmiş güçlü olmak,
Sana ''git'' dediğimde anladım...
Biri sana ''git'' dediğinde, ''kalmak istiyorum''diyebilmekmiş sevmek,
Git dediklerinde gittiğimde anladım...
Sana sevgim şımarık bir çocukmuş,her düştüğünde zırılzırıl ağlayan,
Büyüyüp bana sımsıkı sarıldığında anladım...
Özür dilemek değil, ''affet beni'' diye haykırmak istemekmiş pişman olmak,
Gerçekten pişman olduğumda anladım...
Ve gurur, kaybedenlerin,acizlerin maskesiymiş,
Sevgi dolu yüreklerin gururu olmazmış,
Yüreğimde sevgi bulduğumda anladım...
Ölürcesine isteyen,beklemez,sadece umut edermiş bir gün affedilmeyi,
Beni affetmeni ölürcesine istediğimde anladım...
Sevgi emekmiş,
Emek ise vazgeçmeyecek kadar, ama özgür bırakacak kadar sevmekmiş...
Can Yücel

1 Haziran 2009 Pazartesi

Tadımın ilk şartı...

Biliyorum uzun zamandır yazamadım.Açığı kapatmak için hemen harekete geçiyorum.
Bugün tadımın ilk şartından biraz bahsedeceğim. "Tadımcı nesnel (objektif) olmalıdır." Bir başka deyişle, tadımcı değerlendirdiği yağ hakkında önyargısız olmalıdır. Bunu biraz daha açarsak şunları söylememiz gerekir: Tadımcı değerlendirdiği yağın kime ait olduğunu, nerede ve nasıl ürettiğini bilmemelidir. Aksi takdirde değerlendirmesi yanlı olur ve güvenilirliği tehlikeye girer. Zaten tadım panellerinin oluşturulma sebeplerinden biri de budur. Eğer tek bir kişi tadımcı olarak karar verme yetkisine sahip olsaydı, o zaman tekel oluşur ve güvenilirlik konusu tartışmaya açık olurdu. Ancak 8 ila 12 kişilik paneller kurularak tadımcıların kendi aralarındaki tutarlılıkları da ölçülmekte ve bu sayede güvenilir sonuçlara ulaşılmaktadır. Bu ölçümler istatistiki yöntemlerle yapılıyor ve standard sapmaların %20'nin üstüne çıkmaması halinde panelin güvenilir olduğuna kanaat getiriliyor.
İlerleyen günlerde tadımın diğer şartlarından bahsedeceğim.Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

5 Mayıs 2009 Salı

Oyun mu yoksa sorun mu...

Biz Türkler tam anlamıyla nev-i şahsına münhasır bir milletiz. Kimselere benzemeyiz, ne zaman, ne yapacağımız belli de olmaz. Hayatı kendimiz için çekilmez hale getirmeyi pek severiz veya olmadık zamanda harika işler başarırız. Kısacası bizim ne yapacağımız baştan kolay kolay kestirilemez. Oysa batı ülkelerinde öyle değildir... Deneyimlerime dayanarak söyleyebilirim ki oralarda herşey aynı bilgisayar programları gibidir, öyle çok şaşırtıcı sürprizler kolay kolay olmaz...Hayat son derece planlı, programlıdır; herkes üç aşağı beş yukarı birbirine yakın seviyelerde yaşar...Ama kaliteli,keyifli,sağlıklı,uzun ve doya doya yaşarlar...
Bizdeki çeşitlilik oralarda pek yoktur esasen...Dolayısıyla göç nedeniyle ülkelerinde yaşayanlara da kolay kolay ısınamazlar...Farkında olmadan bir sürü sınavdan geçirirler sizi ve ancak ondan sonra güvenlerini kazanırsınız ve dolayısıyla kurdukları ilişkiler uzun soluklu olur...Bizde ise tam tersidir, hemen kanımız kaynar bizden farklı olana, bağrımıza basıveririz ve aradan biraz zaman geçtikten sonra anlarız ki o ademin de aslında birtakım kusurları vardır. Doğal olarak hata da yapar o kişi ve biz hemen küser, koparırız bağlarımızı...Bu nedenle de kurduğumuz ilişkiler genelde kısa sürelidir...
Bütün bunları anlatmamın sebebi aslında şu...Tadım olayını da Avrupalılardan öğrendik, bu iş çok ilgimizi çekti ve ne mutlu ki iki koldan bu işe ciddi anlamda giriştik. Ancak biz Türkler genel olarak kuralları pek sevmiyoruz ve aceleciyiz...Maymun iştahlılığımız da cabası...Bu nedenle de meşhur deyimle "İşe Türk gibi başlıyoruz ama İngiliz gibi bitiremiyoruz"...
Bu durum yaptığımız işlere de yansıyor...Eğer yaptığımız iş veya kurduğumuz ilişkiyi bir oyuna benzetecek olursak...Öncelikle kendimize güvenip, oyuna istekli olmalıyız...Sonra takım arkadaşlarımızla uyumumuz olması için onları iyice tanımalı ve onlarla yakınlaşmalıyız...Bir sonraki adım karşı takımı veya rakipleri iyice inceleyip ona göre strateji geliştirmek olmalıdır...Ve tabiki tüm bunları yaparken birbirimize saygımızı hep en önde tutmalıyız...İşte bu kurallara uyduğumuzda gayet eğlenceli ve keyifli bir oyun oynayabiliriz...Eğer ki "Ben kural tanımam arkadaş!Ben kendime çok fazla güveniyorum ve ben tek başıma bir takıma bedelim" veya "Ben her konuda en iyiyim!" iddiasıyla oyuna girersek o zaman işin eğlence ve keyif kısmı ortadan kalkar...Saldırganlık, hırs ve ego savaşlarının bolca yaşandığı bir işkence başlar...
Ben İtalya'daki tadım kursuna katıldığımda hocalarımız bize tekrar tekrar bu işin bir keyif işi olduğunu ve kendimizi strese sokmamamızı söylediler...Dolayısıyla tadım bir keyif işi ve bence akıllı davranılırsa sektörü biraraya getirme potansiyeli çok yüksek bir eylem gibi gözüküyor... Bir zeytinyağı imparatorunun torunu bir zeytinyağı kraliçesi olarak, güzel gelişmelerin yaşanacağını diliyor ve hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum:)

26 Nisan 2009 Pazar

YAŞADIKLARIMDAN ÖĞRENDİĞİM BİR ŞEY VAR

Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği
İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya
Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin
İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına
İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına
Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiçbir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın
Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana.
ATAOL BEHRAMOĞLU

Türk usulü tadım...

Dün Aydın'da 2.kez yapılan zeytinyağı tadım toplantısındaydım...Ortam yine çok nezih ve güzeldi ama biz Türklerin karakteristik özellikleri başrollerdeydi:) Tadım dediğimiz olay aslında gönüllülük esasına göre yapılan ve maddi anlamda ciddi kazançları olmayan bir uğraş... Dolayısıyla bu uğraşı kendimizce zevkli bir hale getirmemiz gerekirken dün farkettim ki biz gerginiz...Bu işi bir sınav ve bir kendini gösterme alanı gibi algılamaya başlamışız.Birşeyleri birilerine kanıtlama derdinde olmaktansa bilgilerimizi paylaşıp keyif alsak veya bunu sosyalleşme ve takım çalışmasına kendimizi alıştırmak için güzel bir fırsat olarak görsek ne güzel olurdu...Umarım ilerleyen toplantılarda bu şekilde gerçekleşir...Ben şahsen keyif alıyorum bu toplantılardan çünkü güzel yağları tatma fırsatı buluyorum.Onun dışında kendimi üretimde veya depolamada olabilecek hatalar konusunda eğitiyorum.Burnum ve ağzımın algılarını güçlendiriyorum, kendime güvenim artıyor:) Sevdiğim ve değer verdiğim insanlarla güzel birkaç saat geçirip sohbet ediyorum. Sonuç itibariyle keyifli zaman geçiriyorum ve güzel insanlar tanıyorum. Umarım benim gibi düşünenler vardır. İlerleyen günlerde tadım hakkında aldığım eğitimler ve benim tadımla ilgili gözlem ve algılamalarımı da paylaşacağım...Herkese iyi pazarlar...

23 Nisan 2009 Perşembe

Harika bir gün!...

Bugün 23 Nisan ve neşe doluyor insan:) Gerçekten de herşeye rağmen bugünün 23 Nisan olması ve geçmişte ne kadar büyük fedakarlıklarla kurulan bir cumhuriyette yaşadığımızın farkına varınca, insanın içini bir sevinç kaplıyor...Evet dünya eskisi kadar temiz, güzel, sağlıklı değil ama insanlar hala aynı mayadan...Termodinamikte doğadaki herşeyin zamanla düzensizliğe doğru gittiğini söyleyen bir yasa vardır...Geçmişle bugünü kıyasladığımızda, bilimadamlarının ne kadar haklı olduklarını görüyoruz...Dünyada düzensizliğe doğru bir gidiş var, bunu hepimiz kabul ediyoruz ama şimdi yapabileceklerimiz eskiye göre çok daha fazla...Evimizde oturduğumuz yerden bir çocuğun eğitim masraflarına kısa mesajla gönderdiğimiz bağışla destek olabiliyoruz, veya dünyanın başka bir yerindeki insanlarla internetten iletişim kurarak projeler üretip insanlığa faydamız dokunabiliyor ya da ziyaret ettiğimiz bir web sitesinden bir tıkla Afrika'da aç çocuklar için yiyecek yardımı talebinde bulunabiliyoruz...Evet bazen insan öyle durumlar oluyor ki, kendini hakikaten çaresiz hissedebiliyor ama diğer yandan yapabileceğimiz onca güzel hareketler varken neden ısrarla "Ben ne yapabilirim ki?!" diyerek kendimizi aciz göstermeye çalışıyoruz?...Lütfen bugün herkes kendine bir dakika bir süre tanısın ve şu soruyu sorsun: "Ben bu dünyada ne yapabilirim?" Eğer bu soruya cevap bulabiliyorsanız, bilin ki içinizdeki çocuk hala çakı gibi dimdik ayakta ve o halde bugün hepimizin bayramı kutlu ve mutlu olsun:) Sevgilerimle...

13 Nisan 2009 Pazartesi

HERŞEY SENDE GİZLİ

Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;
Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...
CAN YÜCEL

SEN SAĞ BEN SELÂMET

Kurtarıcılar kurtara kurtara
Kurtardılar Memleketi memleket olmaktan


Can YÜCEL

28 Mart 2009 Cumartesi

Mühendis Hanıma bir çift söz...

Orda dur bakalım mühendis hanım!
Hayat senin mutlak doğruların gibi düz değil…
Orda dur hele mühendis hanım!
Hayat denen oyunda yaptığın tüm hesaplar bir gecede bozuluverir…
Orda bir dur bakalım mühendis hanım!
Yazdığın denklem tamamen ispatlanmış olsa da
Değişkenlerin o denkleme uymayabilir…
Orda dur hele mühendis hanım!
Yoluna baş koyduğun yerlerde beklenmedik çukurlar olabilir…
Orda bir dur bakalım mühendis hanım!
Mantığın ile duyguların bu uğurda en çetin savaşı verebilir…
17/2/9

25 Mart 2009 Çarşamba

Okyanustaki meçhul damla...

Okyanusta sessiz sakin bir su damlası mı olmak önemli yoksa dev dalgalara yol açabilen o ilk harekete sebep olan mı? Ben ikincisini seçiyorum ve koyun sürüsü psikolojisine karşı çıkıyorum...Bu dünyada herkesin, evet istisnasız herkesin, bir görevi var...Çok şükür ben o görevi buldum ya da en azından bulmaya yaklaştım...Yaşadığım düşkırıklıkları ve zorluklar beni kendime daha da yaklaştırdı ve bu genç yaşımda hedeflerimi bulmamı sağladı.Bana engelleri koyan herkese şükranlarımı sunuyorum.Sayenizde (Doğan Cüceloğlu'nun tanımıyla) konfor alanından keşif alanına geçtim ve bu deneyimler bana müthiş güç kazandırdı...:)

17 Mart 2009 Salı

Gülümse...

Sezen Aksu ne güzel demiş..."Gülümse hadi gülümse, bulutlar gitsin..."
Şu an bu ülkede yaşadıklarımız kötü bir rüya gibi geliyor bana.Elbet bir gün bitecek, elbet bir gün uyanacağız bu kötü rüyadan.Umudumuzu kaybetmeden her ne yapıyorsak o işin daha iyisini yapmaya devam etmeliyiz...
Bu yazdıklarıma bakıp eminim içlerinden hayalperest olduğumu düşünenler çıkacaklardır.Varsın olsun, onlar da olmasa hayat zaten tekdüze olurdu:) Hem birşeyleri başarmanın zevki çıkmazdı...
Bu ara millet olarak zor günler geçirdiğimize göre, artık durup bir düşünelim, neden böyle oldu diye...Acaba her işin kolayına kaçtığımız,yine kolay yoldan başarıya ulaşmaya çalıştığımız, yaptığımız işe özen göstermediğimiz ve birbirimize saygımızı yitirdiğimiz için olmasın sakın?!...
O halde daha fazla zaman kaybetmeyelim ve bir an önce işe kendimizden başlayalım... Hatalarımızın farkına varıp kendimize çeki düzen verelim, bakın o zaman herşey ne kadar farklı ve güzel olacak...Sözü Mevlana ile bitirelim..."Dünle beraber gitti cancağızım, şimdi yeni şeyler söylemek lazım...Ne kadar söz varsa düne ait, şimdi yeni şeyler söylemek lazım..."

9 Mart 2009 Pazartesi

Eğitim ve öğretimin farkı

Güncel Türkçe Sözlük'te, eğitim; "çocukların ve gençlerin toplum yaşayışında yerlerini almaları için gerekli bilgi, beceri ve anlayışları elde etmelerine, kişiliklerini geliştirmelerine okul içinde veya dışında, doğrudan veya dolaylı yardım etme, terbiye" olarak tanımlanmış.
Öğretim ise; "belli bir amaca göre gereken bilgileri verme işi, tedris, tedrisat, talim, öğrenmeyi kolaylaştıracak etkinlikleri düzenleme, gereçleri sağlama ve kılavuzluk etme işi" şeklinde ifade edilmiş.
Dikkatinizi çekmek istediğim nokta şu; ilkinde kişilik geliştirme ve toplum yaşayışında yerlerini almaya yönelik eylemlerden bahsediliyor, oysaki ikincisinde bilgilendirmeden...
Aradaki dağlar kadar büyük farkı anladığımız gün, bu ülkede işler değişecek inancındayım...Şu an çevremizde bir sürü öğretimli insan var ancak kaçı gerçekten eğitimli merak ediyorum...Bu tesbitimi de destekleyen pek çok toplantıya katıldım.Üst düzey olmuş, ya da toplumda önemli yerlere gelmiş insanlara bir göz attığınızda ilk gözünüze çarpan da bu oluyor.Bakıyorsunuz bilgiler çok güncel,hatta bilmesi gerekenden fazlasını bilenler dolu ama kişilik gelişimine bakıldığında kocaman bir hayalkırıklığı yaşıyorsunuz...En basit görgü kurallarına uyulmayan, öğretimin ilk yıllarında öğretilen noktalama işaretlerine ve büyük-küçük harf kullanımına özen gösterilmeyen ortamlarda buluyorsunuz kendinizi...O zaman kendi kendinize diyorsunuz ki, bu ülke böylesi düşük bir seviyeyi haketmiyor, harekete geçmeliyim...Şahsen ben bu hislerle çıktım yola ve şansıma çok güzel ortamlarda bulunmaya başladım...Beni daha da motive edenler başta deniz yıldızlarım oldu...Onlara müteşekkirim ve yine söylüyorum, bu ülkenin insanları herşeyin en güzeline layık.
Ne mutlu Türk'üm diyene!...

7 Mart 2009 Cumartesi

Keyif

6 Mart 2009, hayatımın en keyifli günlerinden biriydi...Hiç tanımadığım gencecik,pırıl pırıl insanlarla bir aradaydım...Enerjileri o kadar güzel, ışıkları o kadar göz kamaştırıcıydı ki, tarif etmekte güçlük çekiyorum...Onlar benim deniz yıldızlarım...Ve bundan sonraki dönemde onlara elimden gelenin en iyisini yaparak, bildiğim herşeyi aktarmaya çalışacağım.Zaten antenlerim açık:) Bundan sonra herşey çok daha güzel olacak:)

4 Mart 2009 Çarşamba

Doğru söyleyenlerin son durumu...

Bugün zeytinyağı sektöründe bence önemli bir isim olan Ünal Irkdaş ile sohbet ettik. Kendisi birçok başarılı işe imza atmış bir kişi, ancak şu ana kadar karşısına o kadar çok engel çıkmış ki... Belki de bu yüzden biraz da yorulmuş insanlara bildiklerini aktarmaktan...Onunla konuşurken aklıma gelen atasözü: "Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar." Ben bu söze ekleme yapıyorum ve diyorum ki "Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar ama onuncu köy mutlaka kabul eder."
Bu felsefeden yola çıkarak başlıyorum ilk adımlarımı atmaya...Umarım planladıklarımın bir kısmını yerine getirebilirim, o zaman benimle bu yola çıkacak olanlar tarihe isimlerimizi yazdıracağız... Bu kadar da iddialı konuşuyorum, yineliyorum, kendime güveniyorum ve bu ülkenin insanları güzel olan herşeye layık...Ben de sorumlu bir birey olarak bu görevimi en iyi şekilde yerine getireceğim...

3 Mart 2009 Salı

Az kaldı...

Deniz yıldızlarımla tanışmama tam 2 gün kaldı...Onlara anlatmak,öğretmek ve göstermek istediğim o kadar çok bilgi var ki...Nereden başlasam, nasıl devam etsem, bir taraftan onların ilgisini nasıl çeksem diye kafamın içinde bir sürü tilki geziniyor:) Ne tatlı bir telaşmış bu böyle?!
İçimden bir his bu dönemin çok ama çok güzel geçeceğini söylüyor...:)

2 Mart 2009 Pazartesi

Borsa

Beynimin içi adeta bir menkul kıymetler borsası...Düşüncelerim de sürekli inip çıkan hisse senetleri...Sabahın ilk saatlerinde bazı düşünceler üst sıralara çıkıyor ve onlara ağırlık vereyim diyorum sonra birden bir haber geliyor ve bu sefer başka düşünceler üst sıralara yerleşiyor...Bu hareketlilik tam 24 saat devam ediyor...

28 Şubat 2009 Cumartesi

Kıvılcım...

1923 yılında Avrupa'ya öğrenci yollanmasına karar verilmiş. Mahmut Sadi, 150 adet öğrenci içinden seçilen 11 öğrenciden biri...Atatürk, Mahmut Sadi'nin isminin yanına "Berlin Üniversitesi'ne gitsin" yazmış.Zaman gelmiş, Mahmut Sadi Sirkeci Garı'nda trene binmeden önce karmaşık duygular içinde...Gitmeli mi, kalmalı mı, gurbet ellerde memleketi ona sahip çıkar mı soruları beynini adeta kemirirken, bir an gitmemeye karar vermiş.Tam o sırada bir müvezzi ona bir telgrafı olduğunu söylemiş.Telgrafta "Sizleri birer kıvılcım olarak gönderiyorum; alevler olarak geri dönmelisiniz. " yazıyormuş...Mahmut Sadi, Atatürk'ten aldığı bu telgraftan sonra duygularını ve düşüncelerini şu sözlerle aktarıyor:
"Var mı böyle bir şey? 11 öğrencinin nerede, ne zaman, ne düşünebileceğini hesap edebilen bir lider, dünya lideri olmasın da ne olsun! Yıl 1923, biz evimizde bir çocuğun huyunu değiştiremiyoruz, bir huyunu. Tüm ülkenin huyu değişiyor.Bununla uğraşan bir insan, yolladığı 11 öğrencinin nerede,ne zaman, ne düşünebileceğini hissedebiliyor.Gel de gitme,git de orada çalışma,dön de bu ülke için canını verme!"
İşte bana her seferinde neden yurtdışında kalmadın, neden geri döndün, sen buralarda harcanıyorsun diyenlere cevabımı Mahmut Sadi bey en güzel cümlelerle anlatmış...

27 Şubat 2009 Cuma

Tatlı Telaşlar

Araya giren önemli bir toplantı ve duyulan heyecan, çıkarılan önemli dersler ve daha yapılacak pek çok iş var ilerki günlerde...Dün zeytinyağı sektöründe gerçekten önemli ve söz sahibi insanların olduğu "güç birliği ve ortak akıl oluşturma" toplantısı vardı İzmir'de. Şu ana kadar sanal alemde zaman zaman birbiriyle tartışan insanlar olarak bir arada ve gayet medeni bir biçimde tartıştık. Sonuçta da ortak akıl oluşturmaya çalıştık. Ben birkaç kez söz alan ama çoğunlukla izleyen bir konumdaydım...Ama birtakım tespitlerim oldu ve bunları da yazdım. Genel olarak ortamın havası çok güzeldi...Dışarıdaki buz gibi soğuğa karşın içeride samimi bir atmosfer yaratılmıştı...Bu da açıkçası beni çok umutlandırdı ve motive etti...Bir taraftan da yazdığım yazıların takip edildiğini öğrendim, ne yalan söyleyeyim, çok hoşuma gitti:) Demekki insanlar, benim yazdıklarımın farkındalar.Bu çok güzel bir gelişme! Zeytinyağı kraliçesi diye boşuna iddialı konuşmadım herhalde ;) Kendime güveniyorum ve bu ülkede çok daha güzel işler olacağına da inancım sonsuz...

25 Şubat 2009 Çarşamba

İlk adımlar

Merhaba,
Blog dünyasına ilk adımlarım...Heyecanımı kontrol etmekte zorlanıyorum...Bu aralar hayatımda ilginç gelişmeler yaşıyorum...Yıllardır üzerinde çalıştığım ve bu süreçte çok önemli hayat dersleri edindiğim doktora tezimin son yılına girdim...Belki biraz da bu yüzden zaman zaman sabırsız ve gergin olmam...Ama biliyorum ki, bugünleri ileride gülümseyerek ve büyük bir olgunlukla hatırlayacağım...Öte yandan, bir hafta sonra hep hayalini kurduğum işlerden birini daha yapmaya başlayacağım...Tanrı bana yine çok cömert davrandı ve bana böyle bir olanak sundu... Çok ama çok mutluyum...Deniz yıldızlarımla buluşup onlarla ilk tanışmamı gerçekleştireceğim... Umarım çok güzel bir dönem geçiririz...Zaten gelişmeleri burada mutlaka yazarım, beni tanıyanlar bilirler, hiç tutamam içimde hislerimi...Sevincimi de hüznümü de dolu dolu paylaşırım burada...Bayıldım zaten bu blog olayına...Daha neler neler koyarım ben bu alana:) Bekleyin ve görün...Ey ahali, duyduk duymadık demeyin! İnternete zeytinyağı kraliçesi geldi:)))