Seçimler bitti, ülkede taş üstünde taş kalmadı, yer yerinden oynadı. Seçimi kazananlar kazanmayanlara şiddetle (!) nispet yaptı. Sonuç olarak geçmiş oldu. Bu esnada güzel ülkemizde hayvanlara, çocuklara, kadınlara zulmedildi; belki de şu anda bile ediliyor ve biz sosyal medyada bağırmak dışında pek de birşey yapamıyoruz... Tablo çok üzücü ve umudumuzu korumamızı zorluyor... Ama yılmadan yola devam ediyoruz. Hayatı normale döndürebilmek için elimizden geleni fazlasıyla yapıyoruz.
Ben kendi adıma doğadan güç alıyorum. Zeytinler ve onlara yakın olmak beni ayakta tutuyor. Bu artık bilim insanları tarafından da kabul görüyor ve şehirlerde yaşayanlara ayda bir doğada zaman geçirmeleri öneriliyor. Bir diğer yöntem de "forest bath" yani "orman banyosu" yapmak. Aslında yapılan şey basitçe ormanın içinde yavaşça yürümek veya ormanın içinde bulunmak. Ağaçların ve doğanın gücünü hafife alanlara denemelerini öneririm. Kesinlikle farkı çok net hissedersiniz.
Çok basit bir önerim var. Edremit'e yolunuz düşerse yorgancılar çarşısına giden sokakta yaşlı bir çınar ağacının altında kafe var. Orada oturursanız ne demek istediğimi anlarsınız. Şehrin göbeğinde nefes alabileceğiniz özel noktalardan biridir ve o ağacın altında sıcaktan bunalmazsınız.
Gelelim bakış açısını değiştirmeye...
Bu yazının konusu esasen farklı bir bakış açısıyla zeytinliklere dikilen gözlerin sadece maden ya da enerji şirketlerine ait olmadığını ortaya çıkarmak. Kaçacak tek yerimiz ormanları, koruları veya bahçeleri de para hırsı uğruna katledenleri ifşa etmek!
Edremit Körfezi bana göre Türkiye'nin Toscana'sı olarak nitelendireceğim bir yer ve kendine has güzellikleri bünyesinde barındırıyor. 1980'li yıllarda gayet kendi halinde hem de çok keyifli, temiz, sakin bu bölge, 2000'li yılların başından itibaren dikkat çekmeye başladı. Eskiden Ayvalık'ın üç girişinden sonuncusunu geçtiğinizde öyle bir zeytin görüntüsü olurdu ki kendinizi zeytin denizinde ilerliyormuş gibi hissederdiniz. Hele Keremköy, Pelitköy yokuşlarından geçerken yeşil renk banyosu yapardı gözleriniz. Sonra ne oldu?! Önce yollar genişletilecek dendi ve zeytinlikler istimlak edilip kesilmeye başlandı. Neden? "Kamu yararı" için! Yollar genişleyince her yere evler, pardon villalar, dikilmeye başlandı; o canım zeytinlikler yerini sevimsiz, yılın sadece 1 bilemedin 2 ayı kullanılacak binalara bıraktı. İşin trajikomik kısmı ise bazı sitelerin reklamlarında "nefes" kelimesinin olmasıydı... Halbuki gün içinde oksijen ve temiz hava üreten ağaçtır, beton yığınları değil!...
Aşağıdaki fotoğraflar Karaağaç'a bağlı Artur adlı siteye giden yol üstünde çekildi. Yolun iki tarafı da zeytinlik iken, eski bir milletvekilinin para hırsı yüzünden beton yığını haline getirilmiş! Zeytinlik olan tarafın da her an imara açılabileceği söyleniyor...
Bilimselliğe çok değer verdiğim için konuyu bir de şöyle açıklayayım:
- Zeytin ağacı 1000 yıllarca yaşar ve her zaman insanlığa hizmet etmiştir, eğer onu korursak bundan sonra da edecektir. Beton yığınları er ya da geç yıkılmaya mahkumdur.
- Zeytin ağacı gündüzleri yaptığı fotosentez sayesinde havayı temizler. Betonlar ve üzerinde açılan pencereler daha çok ısı yaratır, hele ki inşaat yıkım gibi durumlar varsa etrafa saçılan tozlar nedeniyle havayı kirletir.
- Ağaçlar bulundukları ortamın sıcaklığını birkaç derece düşürürler.
- Zeytin ağacı sadece insanlara değil, doğada yaşayan pek çok canlıya barınak ve gıda sağlar. Beton süreli olarak insanlara barınaktır, ancak gıda değildir.
- Zeytin ağacı yaş aldıkça yerine alışır ve daha sağlam köklenir, daha iyi ürün verir. Beton zamanla eskir, yıpranır ve sahibine de her yıl masraf çıkarır.
Şu an küresel ısınmadan en çok etkilenen ülkelerden biri Türkiye. Bugün termometre 37 derece Santigrad'ı gösterdi. Eğer gelişigüzel ağaçları kesmemiş olsaydık, bu kadar dramatik bir etkilenme olmayacaktı.
Karar sizin sevgili takipçiler! Ya 3 maymunu oynamaya devam edip "görmedik, duymadık, konuşmadık" diyeceğiz ya da hep birlikte ses çıkarıp "inşaat talanı"na dur diyeceğiz.
Saygılarımla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder